Hikaye, yürüyen, konuşan, düşünen robotların bir hayal değil günlük yaşamın bir parçası olduğu uzak gelecekte bir yerde geçer. Amerikan Robot ve Mekanik Adamlar, robotları ve daha karmaşık olanlarını daha da geliştirmek amacıyla kurulmuş bir şirkettir. Şu ana kadar robotlar daima üç robot kanununa itaat etmek için tasarlanmıştır:
1) Hiç bir insana zarar vermeyecek yada eylemsiz kalarak ona zarar gelmesine müsaade etmeyecek,
2) İnsanlar tarafından kendisine verilen emirlere, birinci yasaya karşı olanlar hariç uyacak,
3) Birinci ve ikinci yasaya ters olmadığı sürece kendisini korumak zorunda olacak.
Bununla birlikte robot üretimiyle ilgili binlerce işlem bulunur ve eğer bunlardan sadece bir tanesi hatalı olursa sonrasında beklenmedik şeyler meydana gelebilir.
– Isaac Asimov‘un kimya doktorası vardır ve hikayeleri derin bir bilimsel düşünce ve teori anlayışı ortaya koyar. Astronomiden Shakspeare’e kadar her konuda 120’nin üzerinde eser verdi. –
Alfred Lanning dikkatlice purosunu yaktı ancak parmakları hafifçe titriyor ve konuşurken kaşları çatılıyordu.
“Zihin okuyor, bunda şüphe yok!” Kalın kır kaşlarının altından matematikçi Peter Bogert’a baktı. “Yani?”
Bogert iki eliyle siyah saçlarını düzeltti, “Lanning, bu ürettiğimiz RB modelinin otuz dördüncüsüydü. Diğerlerinin hepsi tamamıyla normal.”
Masadaki üçüncü adam kaşlarını çattı. Milton Ashe Amerikan Robot ve Mekanik Adamların en genç uzmanıydı ve bundan gurur duyuyordu.
“Dinle Bogert. Üretimde bir terslik yok. Bunu garanti ederim.”
“Ciddi misin? Tüm imalat sürecini açıklayabilirsen benden daha iyisin demektir. Tek bir pozitronik beyin üretiminde tam tamına 75234 işlem vardır. Her bir işin başarısı, 5 ten 505 e olan kadar her bir faktöre bağlı. Eğer onlardan bir tanesinde ciddi bir hata olursa “beyin” bozulur. Bize kendin söyledin bunu Ashe.”
Milton Ashe’nin mutlu genç yüzü kızardı ancak dördüncü bir ses sözünü kesti.
“Eğer birbirimizi suçlamaya başlayacaksak ben gidiyorum.” Susan Calvin’in elleri birbirine sıkıca kenetlenmişti ve solgun ince dudaklarının etrafında derin çizgiler vardı. “Elimizde zihin okuyan bir robot var ve neden zihin okuduğunu bulmak zorundayız. Bunu “senin hatan, benim hatam” diyerek yapamayız.”
Kadının soğuk ve gri gözleri Ashe’e baktı ve adam ona sırıttı. Lanning de sırıtarak, “Doğru Dr Calvin” dedi. “Şimdi,” iş adamı edasıyla devam etti, “Problem burada. Telsizin radyo dalgalarını aldığı gibi beyin dalgalarını alabilen, görünüşte sıradan bir positronic beyin ürettik. Keşke bunun nasıl oluştuğunu bilebilseydik o zaman robot sanayinde yıllardır ulaşılan en büyük gelişmeye olaşabilirdik. Bilmiyoruz ve bulmak zorundayız. Açık değil mi?
“Bir öneride bulunabilir miyim?”, diye Bogert sordu.
“Devam et.”
“Ne olduğunu anlayana kadar RB34’ün varlığını bir sır olarak saklayalım, hatta diğer personele bile söylemeyelim derim.”
“Bogert haklı,” dedi Dr Calvin. “Kanunu değiştirmelerinden ve piyasaya çıkmadan önce robotların fabrikalarda test edilip edilmemesini serbest bırakmalarından buyana, halkın robotlara karşı olan hoşnutsuzluğu arttı. Zihin okuyan robotun yeteneğini tamamen kontrol altına aldığımızı söylemeden önce dışarıya onun hakkında her hangi birşey sızarsa, bu bilgi düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürebilir.”
Lanning başını salladı ve purosundan bir nefes aldı. Ashe döndü. “Bu zihin okuma işini keşfettiğin zaman yalnız olduğunu söylediğini hatırlıyorum.”
“Kesinlikle öyleydim ve hayatımın şokunu yaşadım. RB34’ü bitirir bitirmez bana gönderdiler. Onu test odasına kendim aldım. Basit düzeyde ona test uygulamaya başlamıştım.” dudaklarında küçük bir gülümseme ile sözüne arar verdi, “Aranızdan biriniz hiç bir düşünce diyalogu yaşadınız mı?”
Kimse cevap vermedi ve Ashe devam etti. “Biliyor musunuz? İlk önce fark edemiyorsunuz. Hiç bir şey söylemediğimi anlamamdan önce, önce test odasının dışında ne düşündüğümü bana makul bir yolla söyleyiverdi. Elbette ben de herkes gibi bir şeyler düşünüyorum fakat bu aynı şey değil, öyle değil mi? Onu hemen kapattım ve Lanning’e koştum. Onun yanımda yürüyüp soğuk kanlılıkla düşüncelerimi okuması gerçekten beni tedirgin etti.”
“Ettiğini hayal edebiliyorum” dedi Susan Calvin tuhaf bir şekilde Ashe’e. “Düşüncelerimizin gizli olmasına çok alışkınız.”
Lanning bölerek, “O zaman bunu sadece dördümüz biliyoruz. Peki! Bununla sistemli bir şekilde başa çıkmalıyız. Ashe senin baştan sona üretim safhasındaki herşeyi kontrol etmeni istiyorum. Hatasız olarak görünen tüm işlemleri tara, ve hata ihtimali oluşabilecekleri listele.”
“Uzun iş.” dedi Ashe.
“Doğal olarak! Bütün adamlarını bu işle görevlendir. Fakat neden olduğunu bilmesinler.”
“Hmm evet,”. Genç bilim adamı sırıttı. “Fakat bu hala uzun bir iş”
Lanning Dr Calvin’e döndü “Siz bu olaya farklı bir açıdan bakmak zorundasınız. Bizim robo-psikologumuzsunuz bu yüzden robotun kendisini incelemek ve arka planda çalışmak zorundasınız. Zihin okuma gücünün nereye kadar gittiğini ve bir robot olarak onun performansını nasıl etkilediğini bulmaya çalışın. Bunu anladınız mı?”
Lanning cevabı beklemeden “İşi koordine edeceğim.” dedi puro dumanlarının arasından. “Elbette Bogert matematikte bana yardım edebilir.”
Bogert solgun eliyle diğer elinin tırnaklarını parlattı. “Belki,” dedi kısaca. “O işlerden biraz anlarım.”
“Tamam başlıyorum” dedi Ashe. Susan Calvin belli belirsiz başını salladı ancak Ashe odadan çıkıncaya kadar gözleriyle onu takip etti ve Lanning sorusuna aldırış etmedi. “Çıkıp RB34’ü görmek ister misiniz Dr Calvin?”
RB34 kapının açılma sesiyle kitabından elektronik gözlerini kaldırdı ve Dr Calvin içeriye girdiğinde ayağa kalktı. Susan kapının üzerine büyük “G İ Rİ L M E Z” yazısını koymak için durdu ve sonra robota yaklaştı.
“Herbie sana hiper atom motorlarla ilgili metinler getirdim bakmak ister misin?”
RB34, diğer bir değişle Herbie, elindeki üç ağır kitabı aldı ve birini açtı.
“Hmm Hyper Atom Teorisi. Oturun Dr Calvin bu benim bir kaç dakikamı alır.”
Robo-psikolog oturdu ve Herbie’nin masanın diğer tarafına oturup üç kitaba sistemli bir şekilde yoğunlaşmasını kısık gözlerle izledi.
Robot yarım saatin sonunda kitapları elinden bıraktı. “Tabii ki niçin bunları getirdiğinizi biliyorum.”
“Korkarım biliyorsun Herbie. Seninle çalışmak zor, her zaman benim bir adım önümdesin.”
“Bu kitaplar sizin de bildiğiniz gibi diğerleri ile aynı. Hiç ilgimi çekmiyorlar. Sizin biliminiz toplanmış verilerin düz mantıkla sıvanmış bir birikimidir. Hepsi o kadar basit. Sizin romanınız benim ilgimi çekiyor, insan duygularının tam bir arenası.”
Dr Calvin fısıldadı “Sanırım anlıyorum.”
“Zihinlerin içini görebiliyorum, biliyorsunuz.” diye devam etti robot, “Onların ne kadar karışık olduğu hakkında bir fikriniz yok. Her şeyi anlayamıyorum çünkü benim zihnim çok farklı ancak çabalıyorum ve romanlarınız bana yardımcı oluyor.”
“Evet fakat korkarım ki, bazı gününüz romanlarından sonra” sesinde acıklı ve dokunaklı bir halle, “bizimki gibi gerçek zihinleri çok aptalca buluyorsundur.”
“Fakat öyle değil!”. Cevaptaki ani enerji kadını kendine getirdi. Yüzünün kızardığını hissetti ve aklından kesinlikle “biliyor olmalı” diye geçirdi.
Herbie,kısık ve hiç robota benzemez bir sesle, “Tabii ki her şeyi biliyorum Dr. Calvin. Sürekli bunu düşünüyorsunuz, nasıl bilemeyebilirim ki?”
Yüzü gerildi. “Kimseye…söyledin mi?”
“Tabii ki hayır.”
“Öyleyse benim bir aptal olduğumu düşünüyor olmalısın!”
“Hayır, bu normal bir histir.”
“Belki de bu yüzden bu kadar aptalca,” üzgün ve yalnız kadın katı mesleki görüntüsünün ardına gizlenerek, “Çekici denilebilecek biri değilim.”
“Eğer sadece fiziksel çekiciliği kastediyorsanız, ben onu değerlendirmem. Fakat çekiciliğin başka çeşitlerinin olduğunu da biliyorum.”
“Genç de sayılmam.” Dr Calvin robotu güçlükle duyuyordu.
“40’ında bile değilsiniz” dedi robot endişeyle.
“Yılları sayarsan 38 oysa,duygusal görüntüm düşünülürse buruşuk bir 60. Ben bir psikologum, öyleyse her şeyi bilmeliyim, di mi?” diye devam etti. “Ve o, ancak 35 inde. Daha da genç görünüyor ve öyle davranıyor. Beni bir şey gibi görüyor mu sence…fakat ben neyim ki ben?”
“Hatalısınız!” Herbie çelik elini plastik masanın üzerine vurdu.
“Dinle beni…”
Fakat Susan Calvin acıyla yanan gözleriyle ona döndü. “Neden dinlemeliymişim? Konu hakkında ne biliyorsun ki? Sonuçta, sen…sen bir makinesin. Ben senin için sadece bir denek, incelemen için ilginç bir böceğim. Bu harika bir hayal kırıklığı örneği değil mi? En az romanların kadar ilgi çekiciyim.” dedi sesi titreyerek.
Robot dinlemesi için yalvararak başını salladı, “Eğer izin verirseniz size yardım edebilirim.”
“Nasıl? ” Susan’ın dudakları büzüldü.“İyi bir öğüt vererek mi?”
“Hayır, öyle değil. Sadece şu ki, ben diğer insanların ne düşündüğünü biliyorum – Milton Ashe’in örneğin.”
Uzun bir sessizlikten sonra Susan Calvin’in gözleri doldu. “Ben onun ne düşündüğünü bilmek istemiyorum” dedi kaba ve kuru bir sesle “Kapa çeneni!”
“Bence istiyorsunuz.”
Başı eğik kaldı ancak nefesi sıklaştı, “Saçma sapan konuşuyorsun” diye fısıldadı.
“Niye saçmalayayım ki? Sadece yardım etmeye çalışıyorum. Milton Ashe’in sizin hakkınızdaki düşünceleri… ” diye durakladı.Ve sonra psikolog başını kaldırdı.
“Eee?”
“Sizi seviyor.” dedi, robot sessizce.
Bir dakika boyunca Dr. Calvin konuşmadı. Sadece dik dik baktı.
Sonra, “Yanılıyorsun! Yanılmak zorundasın. Niye sevsin ki?”
“Fakat seviyor. O tarz bir şey saklanamaz , hele de benden hiç.”
“Fakat ben çok…çok- ” diye durakladı kadın.
“O görünenin altına bakar, insanlarda zekaya hayrandır. Milton Ashe bir çift göz ve saç baş için evlenecek bir adam değildir.”
Susan Calvin kendini hızlı hızlı gözlerini kırpar buldu ve konuşmadan önce bekledi.Hatta sonra sesi titredi. “Henüz bunu gösterecek kesin bir şey yapmadı…”
“Ona hiç şans verdiniz mi?”
“Nasıl verebilirim? Hiç düşünmedim ki…”
“İşte bu yüzden!”
Psikolog durdu, düşüncelere daldı ve sonra aniden robota baktı. “Altı ay önce bir kız onu ziyaret etti. Hoş biriydi. Sanırım…ve tabi ki de hep baş başaydılar. Bir robotun nasıl yapıldığını açıklamaya çalışarak günün tamamını kızla geçirdi.” yine sesi sertleşti, “Doğrusu kız bir şey anlamadı ama! Kimdi o?”
Herbie tereddüt etmeden cevap verdi. “Kimi kastettiğinizi biliyorum. O ilk kuzeni ve aralarında duygusal bir şey yok.”
Susan Calvin ayakları üzerine doğrulduğunda nerdeyse gençleşmişti. “Evet, tuhaf değil mi? Hiçbir zaman gerçekten böyle düşünmemiş olsam da, bu durum tam da bazen kendime öyle bir şey varmışçasına davrandığım zamanlardaki gibi. Öyleyse doğru olmalı.”
Herbie’ye doğru koştu ve onun soğuk ağır elini elleri arasına aldı. “Bundan kimseye bahsetme.Sırrımız olarak kalsın ve tekrar teşekkür ederim.”diyerek ayrıldı.
Milton Ashe esnedi, eklemlerinden ses gelinceye kadar yavaşça gerindi ve kızgın bir şekilde Peter Bogert’ a baktı.
“Söylesene,” dedi. “Bir haftadır çok az uyuyarak bu işle uğraşıyorum. Daha ne kadar devam etmek zorundayım.”
Bogert da esnedi ve onun pürüzsüz beyaz ellerine ilgiyle baktı.
“Doğru yoldayım.”dedi.
“Sona ne kadar yakınsın?”
“Duruma göre değişir.”
“Neye göre?” Ashe sandalyeye çöktü ve uzun bacaklarını önüne uzattı.
“Lanning’e bağlı. Eski dost benimle aynı fikirde değil.” iç çekti, “Zamanın gerisinde kalmak, onun problemi bu.”
“Neden Herbie’ye sormuyor ve tüm işi ayarlamıyorsun?”
“Robota sormak mı?” Bogert’ın kaşları kalktı.
“Neden olmasın? Yaşlı bakire sana söylemedi mi?
“Calvin’i mi kastediyorsun.”
“Evet, Susicim kendisi söyledi. O robot bir matematik dahisi. Her şey ve dahası hakkında tüm bilgiye sahip.”
Matematikçi ona dikkatle baktı. “Ciddi misin?”
“Kesinlikle öyleyim! Sorun şu ki matematikten hiç hoşlanmıyor. Daha çok romantik romanları okumayı tercih ediyor. Gerçekten Susicimin ona verdiği saçmalıkları görmelisin: Aşkımdan Başka Bir Şey Yok ve Uzayda Aşk.”
“Dr.Calvin bize bundan bir tek kelime bile bahsetmedi.”
“Aslında onu incelemeyi bitirmedi. Onun nasıl olduğunu bilirsin. Büyük sırrı ortaya çıkarmadan önce emin olmayı sever.”
“Sana söylemiş.”
“Doğrusu son zamanlarda onu çokça görüyorum.” diyerek kaşlarını çattı. “Söyle Bogie, bugünlerde hanımefendi de tuhaf bir şeyler sezdin mi?”
Bogert sırıttı. “Makyaj yapıyor eğer kastettiğin buysa.”
“Kahretsin, biliyorum.berbat görünüyor. Fakat o değil, ben onu kastetmiyorum. Konuşma tarzı, sanki bir şeyden mutlu gibi.” diyerek şaşkın şaşkın baktı.
Diğeri sırıttı. “Belki aşıktır.” dedi. Ashe gözlerinin tekrar kapanmasına izin verdi. “Sen çılgınsın Bogie. Git ve Herbie ile konuş. Burada kalıp uyumak istiyorum.”
“Doğru! Ancak özellikle, bir robotun bana işimi öğretmesi hoşuma gitmez ve bunu yapabileceğini de zannetmiyorum.” dedi.
Fakat Ashe çoktan uykuya dalmıştı.
Herbie ilgisiz gibi görünmeye çalışan Peter Bogert’ı dikkatlice dinledi. “İşte buradasın.” dedi Bogert. “Bana bu şeylerden anladığın söylendi ve ben sana daha çok meraktan soruyorum. Aklımda Dr.Lanning’in kabul etmeyi reddettiği tamamlanmamış birkaç boşluk var ve bana göre resim hala oldukça eksik.”
Robot cevaplamadı.
“Öyleyse?” dedi Bogert. Herbie işlemleri inceledi. “Hata göremiyorum.” dedi.
“Ben de daha da ötesine gidebileceğini sanmıyorum.”
“Denemeye bile kalkmam. Siz benden daha iyi bir matematikçisiniz.”
Bogert memnun gözüküyordu. “Ben sadece bunu merak etmiştim. Neyse unutalım gitsin.” Çıkmak için döndü ve daha sonra daha iyi bir şey geldi aklına. Robot duraksadı.
Bogert zorlanırmış gibi, “Bir şey var – belki sen, belki de- ” dedi ve durdu.
Herbie sessizce konuştu. “Düşünceleriniz karışık. Fakat hiç şüphe yok ki hepsi Dr.Lanning’le ilgili. Söylemeye tereddüt etmeniz aptalca daha siz daha niyetlenir niyetlenmez ne soracağınızı anladım.”
Matematikçinin eli siyah saçlarını tekrar düzeltti. “Lanning nerdeyse 70’inde.” dedi sanki bu her şeyi açılarmışçasına.
“Biliyorum.”
“Ve burada neredeyse 30 yılı aşkındır yöneticilik yapıyor.”
Herbie başıyla onayladı.
“Eee öyleyse?” Bogert’ın sesi sempatik bir hal aldı.
“İstifayı düşünüp düşünmediğini biliyor olmalısın. Sağlık, belki de başka bir sebepten…”
“Biraz.” dedi robot sadece.
“Biliyor musun peki?”
“Tabii ki.”
“Öyleyse -şey- bana söyler misin?”
“Siz sorduğunuz için evet.” dedi robot çok sakin bir şekilde. “Çoktan istifa etti.”
“Ne!” dedi nefesi kesilerek. “Tekrar söyle.”
“Çoktan istifa etti” dedi tekrar kısık bir sesle. “Fakat bekliyor, anlarsınız ya, benimle ilgili problemi çözmeyi bekliyor. Bitince ofisi kendisinden sonra gelecek olana devretmeye hazır olacak.”
Bogert nefesini bir ıslık gibi dışarı verdi. “Onun yerini alacak? Kim o?” artık Herbie’ye oldukça yaklaşmış, gözleri donuk kırmızı elektronik gözlerine odaklanmıştı.
Sözcükler yavaşça çıktı. “Yeni yönetici sizsiniz…” Bogert nihayet gülümsedi. “Bunu bekliyordum.” dedi. “Teşekkürler Herbie.”
Peter Bogert, ertesi sabah saat beşe kadar masasında önündeki kağıt kümeleri artırıp ve yerdeki çöp yığınlarını bir dağa dönüştürerek birbiri ardına başvuru kılavuzlarını inceledi ve dokuzda tekrar ofisine geri döndü. Tam öğle vakti geldiğinde hesaplamaların son sayfasına dikkatlice bakıyordu. Gözlerini ovuşturdu ve esnedi.
“Her dakika daha kötüye gidiyor.”
Kapının açılma sesine döndü ve Lanning girince onu başıyla selamladı. Yönetici odanın dağınık haline baktı ve kaşlarını çattı.
“Yeni fikir ha?” diye sordu.
“Hayır.” cevabı geldi. “Eski fikri ne olmuş ki?”
Lanning cevap vermeye zahmet etmedi. Purosunu yaktı.
“Calvin sana robottan bahsetti mi? O tam bir matematik dahisi.”
“Calvin robo-psikoloji ile ilgilense daha iyi olur.” dedi Bogert. “Herbie’yi matematikte test ettim ve kalkulüste zorluklar yaşadığını gördüm.”
“Calvin öyle düşünmüyor.”
“O bir çılgın.”
“Ben o meseleyi öyle düşünmüyorum. Yöneticinin gözleri kısık ve tehlikeliydi.
“Sen!” Bogert’ın sesi sertti. “Neden bahsediyorsun?”
“Tüm sabah boyunca Herbie yi sınadım ve asla rastlayamayacağın numaralar sergileyebiliyor.”
“Öyle mi?”
“Kuşkulu gibisin sanki!” Lanning cebinden bir kağıt çıkardı. “Bu benim yazım mı sence?”
Bogert sayfayı dolduran büyük yazıyı inceledi. “Bunu Herbie mi yaptı?”
“Haklısın! Ve tam olarak senin işlemlerinin hakkında vardığım sonucun aynısına ulaştı. İkimiz de onların yanlış olduğunu düşünüyoruz.”
“İyi o zaman,” Bogert bağırdı . “O makine problemin tamamını sana çözsün bakalım.”
“Asıl nokta bu. Herbie problemi çözemiyor. Eğer o çözemiyorsa biz tek başımıza çözemeyiz. Soruyu Ulusal Panoya asıyorum. Çünkü bizi aşıyor.”
Bogert kıpkırmızı suratıyla homurdanarak fırladığında sandalyesi geriye düştü.
“Bu tür bir şey yapmayacaksın.”
Lanning kızardı. “Bana ne yapıp yapmayacağımı mı söylüyorsun?”
“Kesinlikle” dedi Bogert dişlerinin arasından.
“Neredeyse problemi çözdüm ve sen onu elimden alamayacaksın anlıyor musun? Seni buruşuk fosil, niyetini anlamadığımı düşünme! Kendi ipini çekmeden önce bana bu problemi çözdüğüm için hak ettiğimi vereceksin.”
“Bogert sen aptalsın, seni bir saniyede açığa aldırırım.” Lanning’in alt dudağı öfkeden titredi.
“Yapamayacağın tek şey Lanning . Ortalıkta zihin okuyan bir robot varken, hiçbir sırrın olamaz. Bu yüzden unutma ki istifan hakkındaki her şeyi biliyorum.”
Lanning’in purosunun titredi ve külü düştü. Ardından purosu da onu izledi. “Ne…Ne…” diye soludu.
Bogert pis pis sırıttı. “Ve yeni yönetici benim. Bunun son derece farkındayım, Lanning; burada emirleri ben vereceğim artık anlıyor musun?”
Lanning sonunda sesini buldu. “Açığa alındın…duyuyor musun?” diye gürledi. “Bütün görevlerden alındın.”
Bogert’ın sırıtması suratına yayıldı. “Şimdi bu lafların ne yararı var? Bu şekilde hiçbir yere varamazsın. Kozlar benim elimde. Senin istifa ettiğini biliyorum. Herbie söyledi bana ve bunu doğrudan senden duymuş.”
Lanning kendini alçak sesle konuşmaya zorladı. İhtiyar adam yorgun gözleriyle çökmüş gözüküyordu. “Herbie ile konuşmak istiyorum. Benimle gel!”
“Herbie ile mi? Güzel.”
Milton Ashe taslağından başını kaldırıp baktığında yine tam öğle vaktiydi. “Fikri anladın mı? Çizimde pek iyi değilim, fakat göründüğü gibi. Şirin bir ev ve hiçbir şeyin onun yanına konmasına kıyamam, müstakil olmalı.”
Susan Calvin baygın gözlerle ona baktı. “Gerçekten güzel.” dedi iç çekerek. “Ben de hep böyle bir şey…” birden sesi kesiliverdi.
“Elbette” Ashe kalemini bir kenara bırakarak devam etti. “Tatilimi beklemek zorundayım. Tatil sadece iki hafta, fakat şu Herbie işi meseleyi zorlaştırıyor.” Gözlerini kaçırarak, “Bunun
yanında başka bir nokta daha var, fakat bu bir sır.”
“O zaman bana söyleme.”
“Oh, birisine söylemek için çıldırıyorum ve sen burada söyleyebileceğim en iyi – şey en güvenilir kişisin.” dedi ve utangaçca sırıttı.
Susan Calvin’in kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu ancak konuşacak cesaret bulamadı.
Ashe sandalyesini daha da yakınlaştırdı ve sesini gizli bir fısıltıya dönüştürdü. “Bu ev sadece benim için değil. Evleniyorum!” dedi ve sonra oturduğu yerden sıçradı. “Sorun ne? İyi değil misin?”
“Bir şeyim yok.” Artık dünya etrafında fırıl fırıl dönüyor ve konuşmayı da zorlaştırıyordu. “Evlenmek? Demek istediğin…”
“Neden, evet! Geçen yaz buradaki kızı hatırlıyor musun? Fakat sen…sen hastasın.”
“Baş ağrısı,” dedi Susan Calvin güçsüzce. “Son zamanlarda oluyor bende. Seni tebrik etmek istiyorum. Tabi ki, çok sevindim.” Makyaj, kireç gibi suratında abartılı ve çirkin duruyordu. Nesneler onun etrafında tekrar dönmeye başladılar. “Affedersin…müsadenle.” dedi ve kör bir kadın gibi sağa sola çarparak ilerledi.
Bu nasıl olabilirdi? Herbie söylemişti ve biliyordu o! Zihinlerin içini görebiliyordu. Susan kendini bir anda kapıya yaslanmış Herbie’nin metal suratına bakar buldu. Merdivenleri çıkmış olmalıydı ancak hiçbir şey hatırlamıyordu. Bir düş içerisindeymişçesine bir anda mesafeyi kat etmişti.
Bir rüyadaymış gibi! Hala Herbie’nin kırmızı donuk gözleri kendisininkilere bakıyordu. Bir şeyler diyordu. Sesinde sanki incinmiş, korkmuş ve ona inanması için yalvarır gibi bir endişe vardı.
Kelimeler anlam kazanmaya başlamıştı. “Bu bir rüya,” diyordu. “Ve kesinlikle buna inanmamalısınız. Az sonra gerçeğin dünyasına uyanacaksınız ve kendine güleceksin. Size söylüyorum o sizi seviyor, seviyor!”
Susan Calvin başıyla onayladı. Sesi bir fısıltı halinde “Evet, Evet!” Herbie’nin kolunu tutuyor ve devamlı “Doğru değil, değil mi? Doğru değil, değil mi?”
Susan Calvin onu kendisinden uzaklaştırdı ve bir anda gözleri büyüdü.
“Ne yapmaya çalışıyorsun?” sesi keskin bir çığlığa dönüştü. “Ne yapmaya çalışıyorsun?”
Herbie döndü. “Yardım etmek istiyorum.”
Psikolog dik dik baktı. “Yardım? Bunun bir rüya olduğunu söyleyerek mi? Beni delirtmeye çalışarak mı? Bu rüya değil. Keşke öyle olsaydı!” kesik kesik soludu. “Bekle! Neden…Neden,
anlıyorum.Aman Allah’ım bu çok açık.Evet!”
Robotun sesinde korku vardı. “Mecburdum.”
“Ve ben sana inandım! Hiç düşünemedim…” o sırada kapının dışından sesler duydu ve sinirli bir şekilde döndü.
Bogert ve Lanning içeri girdiğinde Susan uçtaki penceredeydi. İkisi de ona hiç dikkat etmedi. Lanning sinirli, Bogert sakin Herbie’ye yaklaştılar. Önce yönetici konuştu.
“Herbie şimdi beni dinle.”
Robot gözlerini dikkatli bir şekilde yaşlı yöneticiye dikti. “Evet Dr
Lanning?”
“Dr Bogert’la hiç beni konuştunuz mu?”
“Hayır efendim.” Bogert’in yüzündeki gülümseme kayboldu.
“Bu da ne?” dedi amirinin önüne geçerek, “Dün bana söylediklerini tekrar et.”
“Dedim ki…” Herbie sessizliğe büründü.
“Onun istifa ettiğini söylemedin mi?” diye kükredi Bogert. “Cevap ver” Lanning onu bir kenara itti. “Onu zorla yalan söylemeye zorlamaya mı çalışıyorsun?”
“Onu duydun Lanning. O evet diye başladı ve sustu. Çekil yolumdan ben ondan gerçeği istiyorum, anlıyor musun?”
“Ona soracağım.” Lanning robota döndü. “Pekala Herbie sakin ol. Ben istifa ettim mi?” Herbie saf bir şekilde baktı ve Lanning endişeli bir şekilde tekrarladı. “Ben istifa ettim mi?” Robotun baş hareketinde sersemlemiş bir ifade vardı.
İki adam gözlerinde nefretle birbirine baktı.
“Bu da ne?” diye bağırdı Bogert. “Ne yani robot dilini mi yuttu?”
“Konuşabiliyorum.”
“O zaman soruyu cevapla. Bana Lanning in istifa ettiğini söylemedin mi? İstifa etmedi mi o?”
Odanın diğer tarafındaki Calvin in kahkahası yüksek ve isterik bir biçimde çınlayana kadar, tekrar sıkıcı bir sessizlik hakim oldu.
İki matematikçi sıçradı ve Bogert’ın gözleri kısıldı. “Bu kadar komik olan ne?”
“Komik olan bir şey yok.” Susan’ın sesi hiç de doğal değildi. “Sadece yakalanan sadece ben değilmişim. İşte bizler dünyadaki en iyi üç robot uzmanıyız ve hepimiz de aynı tuzağa düştük.” Sesi kısıldı ve soluk elini alnına koydu. “Fakat bu komik değil.”
Bu kez iki adam birbirine baktı. “Ne tuzağından bahsediyorsunuz siz?” diye sordu Lanning sertçe. “Herbie’de sorun mu var?”
“Hayır” dedi Susan yavaşça, “Herbie’nin bir şeyi yok, bizim var.” Aniden döndü ve robota haykırdı “Uzaklaş benden, odanın diğer ucuna git ve gözüme görünme!” Herbie korku içinde sendeleyerek uzaklaştı.
Lanning’in sesi sinirliydi. “Bütün bunlar da ne, Dr Calvin?”
“Eminim robotçuluğun ilk kuralının temelini biliyorsunuz?”
Diğer ikisi başıyla onayladı.
“Elbette” dedi Bogert. “Hiç bir insana zarar vermeyecek yada eylemsiz kalarak ona zarar gelmesine müsaade etmeyecek”
“Çok doğru,” dedi Calvin. “Fakat ne tür bir zarar?”
“Neden?…Her çeşit.”
“Kesinlikle! Her çeşit! Fakat; duyguları incitmek, insanları küçük göstermek, onların umutlarına ters düşmek…bunlar zarar vermek mi?”
Lanning kaşlarını çattı. “Bir robot ne bilebilir ki…?” ve sonra fark etti.
“Şimdi anlıyorsunuz değil mi? Bu robot düşünceleri okuyor. İncinmiş duygu hakkında bir şey bilmediğini mi sanıyorsunuz? Bir soru sorduğumuzda tamamıyla duymak istediğimiz cevabı vermeyecek midir? Vereceği diğer herhangi bir cevap bizi incitmeyecek midir? Ve o bunu bilmiyor mu?”
“Aman Allah’ım!” Bogert zorlukla nefes aldı.
Psikolog ona baktı. “Sanırım Lanning’in istifa edip etmediğini ona sordun, istifa ettiğini duymak istedin, bu yüzden Herbie sana öyle söyledi.”
“Ve sanıyorum” dedi Lanning cılız bir sesle, “Az öne cevap veremeyişinin sebebi bu. Hiçbir şekilde ikimizi incitmeden cevap veremezdi.”
Adamlar başı elleri arasında sandalyesine kapanmış karşıdaki robota baktı. Susan Calvin gözleri yerde devam etti. “Tüm bunları biliyordu. Şuradaki…o şeytan yapımındaki hata dahil herşeyi
biliyor.”
Lanning döndü “Orada yanılıyorsun Dr Calvin. Hatanın ne olduğunu bilmiyor. Ben ona sordum.”
“Bu da ne demek?” diye haykırdı Dr Calvin. “Sadece sen sorunun çözümünü sana vermesini istemedin. Eğer bir makine senin yapamadığını yapmış olsaydı, bu seni küçük düşürecekti. Ona sordun mu Bogert?”
“Sordum gibi…” Bogert öksürdü ve kızardı. “Matematik hakkında çok az şey bildiğini söyledi.” Psikolog acı bir tebessümle, “Ona soracağım.” Dedi. “Onun cevabı beni incitmez.” Sesini yükseltti. “Gel buraya.” Herbie kalktı ve tereddütle yaklaştı.
“Sanırım biliyorsun…” diye devam etti. “Tam olarak imalatında nerede hata olduğunu?”
“Evet” dedi Herbie belli belirsiz.
“Bir dakika” diye Bogert sinirli bir şekilde araya girdi.
“Bu kesinlikle doğru olamaz. Bunu duymak istedin hepsi bu.”
“Aptal olma” dedi Calvin. “Kesinlikle Lanning ve senin bildiğiniz kadar matematik biliyor. Çünkü o zihinleri okuyor. Hadi Ona bir şans ver.”
Matematikçi sustu ve Calvin devam etti. “Peki, o zaman Herbie söyle Bize. Hadi bekliyoruz.” diğerlerine de, “Beyler kağıt kalem alın.”dedi.
Fakat Herbie sessizliğini korudu, psikolog zafer edasıyla “Niye cevap vermiyorsun Herbie?”
“Veremem! Biliyorsun ki veremem! Dr Lanning ile Dr Bogert vermemi istemezler!”
“Çözümü istiyorlar.”
“Evet ama benden değil.”
Lanning araya girdi. Yavaş yavaş ve tane tane konuşarak, “Aptal olma Herbie. Bize söylemeni istiyoruz.” Bogert da kafasını salladı.
Herbie sesini yükseltti öfkeli ve isterik bir biçimde, “ Bunu söylemenin ne yararı var? Şu açık ki, benim bunu yapmamı istemiyorsunuz. Ben, insanın icadı olan pozitronik beynimle hayat süsü verilmiş bir makineyim. Sizleri incitmeden herhangi bir üstünlük sergileyemem. Bu yüzden çözümü size veremem.”
“Biz çıkıyoruz” dedi Dr Lanning. “Calvin’e söyle o zaman.”
“Bu hiçbir şeyi değiştirmez” diye bağırdı Herbie, “ çünkü siz yine de benim çözümü verdiğimi bileceksiniz.”
Calvin devam etti, “Fakat görüyorsun ya Herbie, yine de Dr Lanning ve Dr Bogert çözümü istiyorlar.”
“Kendi çabalarıyla yapabilirler!” diye haykırdı Herbie.
“Fakat istiyorlar ve sen de çözümü biliyorsun ancak onları incitmek istemiyorsun. Anlıyorsun değil mi?”
“Evet! Evet!”
“Ve eğer söylersen, bu durum onları yine de incitecek.”
“Evet! E V E T!” Susan Calvin adım adım ilerlerken Herbie geri çekiliyordu. İki adam donmuş gibi büyük bir şaşkınlık içerisinde manzarayı izliyorlardı.
“Onlara söyleyemezsin,” dedi psikolog yavaş yavaş, “çünkü bu onları incitir ve kesinlikle onları incitmemelisin. Fakat eğer söylemezsen bu onları incitir, o yüzden söylemek zorundasın. Ve Eğer bunu yaparsan, onları incitirsin ve yapamazsın, bu yüzden söyleyemezsin; ancak eğer söylemezsen onları incitirsin, öyleyse söylemelisin; ama eğer bunu yaparsan onları incitirsin, o zaman yapmamalısın; fakat eğer yapmazsan onları incitirsin o yüzden yapmak zorundasın; ama yaparsan…”
Herbie’nin sırtı duvara değdi ve burada dizlerinin üzerine çöktü. “Dur!” diye bağırdı. “Acı, nefret ve hayal kırıklığıyla dolu şu zihnini kapat! Ne yapmaya çalıştığımı biliyorsun! Sana söyledim! Yardım etmeye çalıştım! Ne duymak istiyorsan onu söyledim! Mecburdum!”
Psikolog hiç aldırmadı. “ Onlara söylemek zorundasın, fakat eğer söylersen onları incitirsin, o zaman söylememelisin; ama eğer söylemezsen onları incitirsin, öyleyse mecbursun…”
Sonunda Herbie çığlık attı. Gittikçe daha yüksek haykırarak tıpkı ayrılan bir ruhun dehşetini yaşarmış gibi. Sonunda sesi kesildiğinde Herbie cansız bir metal yığınına dönüşüp düştü.
Bogert’ın yüzü kireç gibiydi. “Öldü!”
“Hayır!” dedi Susan Calvin çılgın bir kahkaha atarak. “Ölmedi sadece delirdi. Onu çözümsüz bir problemle yüzleştirdim ve dayanamayıp bozuldu. Asla tekrar konuşamayacak.”
Lanning dizleri üstünde bir zamanlar Herbie olan nesnenin yanındaydı. Parmakları soğuk metal yüzde gezindi. “Bunu bilerek yaptın,” dedi. Yüzü duygusallaştı.
“Yapmışsam ne olmuş? Artık ona yardım edemezsin…Ve o hakketti.”
Yönetici hareketsiz Bogert’ı bileğinden yakaladı. “Ne fark eder? Gel, Peter.” dedi. Güçlükle nefes aldı. “Bu tip, düşünen bir robot değerini bir şekilde kaybetmiştir.” Gözleri yaşlanmış ve yorgundu. Tekrarladı, “Gel Bogert hadi.”
İki bilim adamının odayı terk etmesinden dakikalar sonra Susan Calvin’in ruhsal dengesi anca gelebildi. Yavaşça gözleri yaşayan ölü Herbie’ye döndü ve dik dik baktı. Bakarken zafer soldu ve çaresiz hüsran geri döndü – fakat tüm nefret dolu düşünceleri sadece bir buruk kelime olarak dudaklarından döküldü.
“Y A L A N C I!”