Akademinin verdiği kararlar yıllar boyunca hep şaibeli bulunmuştur haklı ya da haksız nedenlerden dolayı. Ama şurası açık ki zaman içerisinde birçok sinema insanı verilen ödülleri eskiye göre daha az önemser hale geldiler. Hatta yıldan yıla verilen ödüllere karşı heyecanlarını kaybettiler bile diyebiliriz. Ben yine de yiğidin hakkının teslim edilmesinden yanayım. Yani ortada azımsanmayacak bir gayret var bunu görmezlikten gelmeyiz. Ve hatasız değil hiçbir iş bunu da kabul etmeliyiz. Sinema severler yıllar içerisinde teknolojinin de yardımıyla daha fazla yapıma dünyalarında yer verir oldular. İnternet sayesinde filmlerle ilgili daha çok ve derinlemesine bilgi edinebiliyorlar bu da beklentilerini sürekli yükseltiyor. Eskilerde duyulan teslimiyetçi güven zedeleniyor ve yerine sorgulayıcı beğenmezlik ve negatif eleştiri inşa ediliyor. Belki de her şey olması gerektiği gibi ilerliyor. Bir zamanlar akademiye alternatif ‘Cannes’ dışında başka mahfil göze çarpmazken bugün yeni yetme seyircilerin dilinde ‘Sundance’ ve türevleri boy gösteriyor. Bu da doğru yolda olduğumuzun habercisi sanki ne dersiniz? Konuyu uzatmadan ‘Nomadland’ filmi ‘The Father’ yapımından en iyi film ödülünü bence nasıl kaptı ona döneyim.
‘Nomadland’in sinema dili, teatral ‘The Father’a açıkçası pek bir şans bırakmamış hele bir de Amerikalıların işsizlik, ekonomik kriz gibi lokal, dönemsel sorunları yaşlılık, fakirlik, evsizlik gibi evrensel temalarla ambalajlanınca yapım daha bir lezzetli olmuş. ‘Cast’ seçiminde amatör (belki de gerçek insanlar) tercihi belgesel tadına da yaklaştırmış diyebilirsiniz. Ya da Frances McDormand’ın oyunculuğunu daha da parlatmak için diğer oyuncular bilerek sönük bırakılmış yorumu da aklınızdan geçebilir. He bir de doğa ve doğal olmak var. Filmde; hacet gidermeden, dalgaların kayaları dövme sesine kadar seyirciye cömertçe sunulmuş bu ögeler. O yüzden iyi bir film örmüş Çinli kadın yönetmen Chloé Zhao. En iyi yönetmen ödülünü almasına bir şey demiyorum ancak film içime sinmedi. Sığlık var filmde. Sizi tam içine çekemiyor. Frances almış götürmüş ve en iyi kadın ödülünü de hak etmiş. Rakibi Olivia Colman aslında bu yıl daha iyi. 2018 yılında ‘The Favourite’ ile en iyi kadın almıştı ama orada hak etmediğini düşünmüştüm. Bu yıl da bir o kadar ödüle yakın gördüm onu ama Frances McDormand daha iyi iş çıkarmış bu çok açık.
‘The Father’ çok etkileyici kurgulanmış ve yönetilmiş. Nerdeyse beyninde gibisiniz baş kahramanın. Ama bu durumu benim gibi bazıları rahatsız edici bulabilirler. Konu biraz tat kaçırıcı çünkü. Genç bir Fransız yönetmen var yapımın arkasında. Normalde oyun yazarlığından geliyor Florian Zeller. O yüzden filmde buram buram tiyatro kokuyor. Her yer sahne tozu. Sinema dili perdelenmiş dolayısıyla. Ama bu durum oyuncuları devleştirmiş. Oyuncu kadrosu çok iyi. Anthony Hopkins’e zaten diyecek bir şey yok. Onun gibi insanlığın bahtına düşmüş ‘Godsent’ değerlerin daha fazla film çekmesini dilemekten başka bir şey yapılamaz bizler adına. Anasının ak sütü gibi en iyi erkek ödülünü almış. Bizlere de oturup ne kadar şanslı olduğumuzu düşünüp izlemek düşer. Florian Zeller gibi yeni yetenekler de umarım daha fazla filmle bizi şımartırlar. En iyi uyarlama senaryo ödülünü Florian Zeller’e vererek Akademi de kendisinin farkında olduğunu ilan etmiş bu arada.
İzleyelim izletelim. Kalite yapımlar bedii zevklerimizi geliştirir. Pişmanlık yaşatmazlar.
2018 2019 2020 Ahmet Mümtaz Taylan Baltasar Kormakur Bediüzzaman Chris Hemsworth Crime Drama Dermot Mulroney Diane Kruger Disleksi Dislexia Dizi Drama Emin Alper Enikonu Her Konu Extraction film Kenan İmirzalıoğlu Kendimce Kitap Kitap Tanıtımı Mehmet Özgür Melisa Sözen Müfit Kayacan Netflix Postmodern Romania Said Nursi Sam Hargrave Sam Sheppard Series Sessiz Oda Sinema Tema BALCI Tiyatro Turkey Türk Ugur BALCI Uğur Balcı Yalvaç Anadolu Lisesi Zerrin Tekindor zihni Zihni Açık İngilizce